Hadi susalım...

Hadi susalım. Gece gibi, ruhumuzu ortaya çıkarmak gibi, apaçık susalım. Susuşumuz konuşmak olmasın, soyunmak olsun. O'nu gördün; yalandı duruşu, söylemedikleri yalandı. Ve yüzünü ve sözünü gizlemediği ve yalnız kaldığında ağlamadığı ve yalandı temiz kalpli olduğu. Mırıldanması, şarkı söylemesi mütemadiyen, içinin çığlıklarının duyulmasını istemediğindendi: Korkaklığındandı yani, cesareti yalandı.

Anlaşılmaz ve gizemli sanılırdı. Biliyorsun ve ben gördüm, biliyorum; gizemin O'ndan ne kadar uzak olduğunu. Bilinmezlik adına bildiği ne varsa benliğinde; korkusuz ortaya koyardı: gözler önüne. Böylesine anlaşılır oluşuydu anlaşılması güç olan. Gizin gizi olarak düşünülenler O'nun sıradanlıklarıydı ve ilk bakışta görünür olandı. O, insanların bu düşünüşünün farkındaydı ve onlara yanlış düşündüklerini söylemezdi. Susardı, suskunluğu onların böyle düşünmelerini onayan bir konuşma olurdu. Kendisi de hep anlaşılmaz kalırdı. Ne kadar açsa benliğini diğerlerine, gizi de o kadar büyük algılanırdı.

Onlara maskelerini anlatır, ve birer birer çıkarırdı yüzünden. Ne kadar çok maskesi vardı, yıkamakla bitmeyecek ne kadar çok yüzü. Hepsini gösterirdi insanlara ve onlar hangi yüzün O'nun gerçek yüzü olduğunu anlayamazlardı. Şaşırır ve büyütürlerdi.

         Bazen günah çıkarma seansları olurdu. En çok bu ayin yüzü etkilerdi onları. O bunu bilirdi ve susardı. Gerçek beninin bu olduğunu söylemezdi suskunluğu. Söyledikleriyse anlaşılmaz kalırdı. Büyük itiraflar olurdu konuşmalarında, pişmanlık olurdu, umursamazlık biraz... Yüzleri çoğalırdı. Ötekiler O'nun bu rolleri oynamaktan yorulduğunu sanırlardı. Bu sanışın onlar için ne büyük bir acı kaynağı olacağını en iyi sen bilirsin. Ve O'nun için en kolayı bu oyundu. Oyunun adını beraber koymuştuk hani, hatırlıyor musun: "Apaçık Gizlilik Oyunu".  Seni ikna etmek zor olmuştu benim için, ve hala, zaman zaman şüphe ettiğini yadsıma.

         Bu oyunu kim oynarsa oynasın, kişiliği gizemli görünür adın gibi biliyorum. Hayalleri de ne kadar yakın sanılır gerçeğe...Ve oyunculuğu ölçüsünde anlaşılır gerçek kişiliği: iyiyse zor, kötüyse kolay.

         Ötekilerden biri şöyle demişti: "İnsan yalnızca sevişirken ve yazarken kendisidir."  Ağlarken de kendisidir, bunu söylemeyi unutmuş olmalı. Ölü olmanın anlamına yaklaştığını hissettiğinde de, hatırlanmadığının ayrımına vardığında yani, kendisidir, bunuda unutmuş. Şimdiyi yaşamayanların suskunluğuna katılacağını düşündüğünde de kendisidir, unutmuş. Özgürlüğün unutmakta saklı olduğunu düşünerek.

         O'da farketmemişti bu unutkanlığı, sen de. Ben söyledikçe oturdu taşlar yerlerine birer birer. Ve uzak bir hakveriş filizlendi dimağlarda itirafsız, değil mi? Ve yalnızlığınla kaldığında, aynı O'nun gibi...

         Bazen beni şaşırttığını görmek için, kendini unutursun. Farkına vardığının farkına vardığımın farkında değilsin; O'da değil, ve ötekilerde. Zaten ötekiler hiçbirşeyin farkında değil. Bir sanı üzerine kurulmuş hayatlarının O'nun gözünde nasıl çözüldüğünü ve nasıl aşağılandığını göremiyorlar, ne acı. Aşağılanmışlıklarıyla hayranlık içindeler ve O'nun gizini büyütmekteler: O farkında, susuyor, ötekiler şaşkın.

Susuyordu. Suskunluğunun yalandı söyledikleri. Yalan ve yalın. Biliyorsun. Biliyorum.           

Biz ise bilerek ve zor olanı yapalım: Susalım. Gece gibi, ruhumuzu ortaya çıkarmak gibi... Ve susuşumuz konuşmak olmasın...

                                                      Aralık – 1998

                                                      A.Samet DİNDAR

12. SAYIYA DÖNÜŞ

ANA SAYFA